Çağdaş Kitle İmha Silahı:MEDYA

Çağdaş Kitle İmha Silahı: MEDYA

 

 

MAHMUT CELAL ÖZMEN

Araştırmacı, yazar

usve1970@yahoo.com


 

Şu yaşadığımız çağın en olağanüstü etkileme aracı konumundaki medyayı anlamak sadece medyayı anlamak için değil, çağı anlamak için de oldukça önemlidir. Hayatın hemen hemen her alanını etkileyen ve bütün dünyayı yuvarlak hesaptaki bir köy haline getiren medyayı anlamakla; 'İnsanların ve toplumların fikirlerini, zihinsel eğilimlerini, olayları değerlendirmelerini, haber ve bilgi toplamada, şekillendirmede ve yönlendirmede rakipsiz, keskin ve manevi bir güç’ oluşunu anlamak bir yana 'İnsanın düşünsel yapısına egemen olan yargılayıcı ve belirleyici bilgi ve haber mekanizması’nı da anlamış oluruz.. Bununla beraber, konuya başlamadan evvel, çıkış noktası niteliğindeki temel ve önemli bir hususa değinmek gerekiyor. Zira bu tarif bolluğu içindeki tarifsiz zamanın egemen medyasının yerel ve genel medya anlamında dünya ve insan üzerindeki olağanüstü etkisini ve gücünü anlayabilmek ve doğru bir şekilde analiz etmek gerekmektedir, her şeyden önce.

 

Düşünen her insan olup bitenlere baktığında, Batı'nın İslam ile amansız ve haksız bir savaş psikolojisi içinde olduğunu görecektir. Bu savaş askeri, kültürel ve ekonomik boyutları yanında oldukça derin medyatik bir boyutu da içermektedir. Belirtmek gerekiyor ki, bu husus farazi bir mesele değil ortada olan somut bir realitedir. Burada oldukça açık ve net bir şekilde analiz ederek çözülmesi gereken husus ta budur.

 

— Batı’nın İslam'a karşı açtığı medyatik ve psikolojik savaş nasıl yürütüyor?

 

—Batı sözde ‘özgür medya' ifadesinin arkasında ne gibi planlar saklıyor?

 

—Bu savaşın amacı ve hedefleri nelerdir?

 

Fikir; tarih boyunca toplumların ve bireylerin hayat tarzını şekillendirmede doğrudan etkili olmuştur. Fikir; toplumların ve bireylerin hem geçmiş zamanlarını hem bulundukları zaman dilimini hem de geleceklerini mutlak anlamda belirlemiştir. Diğer bir ifadeyle insanların benimsedikleri fikir onların davranışlarını ve yaşayış biçimlerini etkilemiş ve şekillendirmiştir. Öte yandan bir fikirden önce gelen ön bilginin de zihinsel hareketin meydana gelişinde önemli bir husus olduğunun altını çizmek gerekir. Verilen ön bilgi daha baştan yanlış olursa hem zihinsel hareketi hem de çıkacak sonucu ve oluşacak kanaati en başından yanlış hale getirecektir. İşte bu gerçeği anlayan Batı; Müslümanların zihnine, fikrine ve yaşayış tarzına egemen olmak için psikolojik ve medyatik bir savaş yürütmeye başlamıştır. Bu bakımdan bir düşünce olarak medyatik savaş yeni bir olay değildir. O kadar ki, Peygamberleri tekzip edenlerin başvurdukları en ucuz yöntemlerden biri de peygamberleri ve beraberindeki mü'minleri kötülemek ve karalamak şeklinde daha en başından belirlenmiş ve yürürlüğe konulmuştur diyebiliriz.


 

“Kâfirler/İnkâr edenler: Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki bastırırsınız, dediler.” (Fussilet süresi:26)

 

İşte sadece bu ayet ile bile psikolojik ve medyatik savaşın, kökenlerini anlamak mümkündür. Denilebilir ki; hak ve batıl dünyada bulundukları sürece bu savaş hep var olmuştur ve var olmaya da devam edecektir. İşte böylece, Batı'nın Müslümanların zihnine, fikrine ve yaşayış tarzına egemen olmak için izlediği en tehlikeli ve etkili metot; kendi çıkarlarına uygun olacak şekilde Müslümanların düşünüşlerini programlama metodu olmuştur. Sonuç olarak ta Batı'nın dünya ile ilgili siyasetini, hedefini ve çıkarlarını sağlama hususunda engel ve rakip olabileceği düşünülen Müslümanların önü kesilmiş olacak ve İslam ümmetinin doğru biçimde kalkınmasını ve gelişmesini engellemek için karşılarına aşılmaz engeller çıkarılacaktır. Bundan dolayıdır ki, hak ve batıl mücadelesinde Batı'nın yöntemi; dünyada cereyan eden olaylar ve haberler ile ilgili bilginin kaynağı her nedense sürekli biçimde Batı merkezli olmuş ve her türlü bilgi ve haber kaynağı da Batı merkezli biçimlerde tasarlanmıştır. İşte birkaç örnek;

 

1) İslam ve Müslümanlar hakkında inceleme ve araştırma yapan, bilgi toplayan ve Batılı ülkelerde bulunan yüzlerce üniversite ve enstitü.

 

2) (İsrail varlığı) istihbarat teşkilatına bağlı Uneal Denkmann enstitüsü- ki, bu enstitüye Camp David'ten sonra Mısır da katılmıştır.

 

3) Stratejik araştırmalar merkezi Rockfeller Kurumu.

 

4) Bilgi merkezi For Vaundeash.

 

5) İslamiyat ve Arapça araştırmalar Rand Kurumu.

 

6) Uzak ve Orta Doğu sosyal araştırmalar konseyi.

 

7) Orta Doğu araştırmalar grubu.

 

8) Alman Friesisch Ebert Kurumu.

 

9) Barty uluslararası araştırmalar enstitüsü.

 

10) Shikagow dış ve askeri araştırmalar merkezi.

 

11) Brettiston uluslararası araştırmalar merkezi.

 

12) Harford uluslararası işler merkezi.

 

13) Amerikan kalkınma örgütü ve bunun dışında casusluk, etüt, stratejik, ekonomik, sosyal, psikolojik ve dini gibi araştırma yapan onlarca hatta yüzlerce enstitü ve merkezler bulunmaktadır. 

 

Bunların yegâne amacı; Müslüman insanın zihinsel yapısı, yaşayış tarzı, yönelişleri ve tutumları hakkında araştırmalar yapmak ve bu doğrultuda – istenilen biçimlerde- Müslüman insanı etkilemek için türlü türlü teşhisler koymaktır. 

 

Bu araştırma merkezlerinde İslam ve Müslümanlarla alakalı bilgileri toplamak ve gerçekleri ortaya çıkarmak için çok sayıda uzman ve profesyonel kişiler görev yapmaktadırlar. Bütün bu gerçekler karşısında şu kesin olarak bilinmelidir ki; Batı'nın İslam ve Müslümanlarla ilgili tutumunu ve siyasetini belirleyen ve yönlendiren en başat aktörler işte bu araştırma merkezleridir. Ayrıca eklemek gerekir ki, bu belirleme ve yönlendirme işlemleri sadece askeri, sosyal ve ekonomik anlamda değil diğer medyatik ve psikolojik boyutları da içine almaktadır.

 

Bilinen gerçektir; bugün için küresel ölçekte haber ve medya kaynaklarına egemen olan ülkeler başta ABD olmak üzere, Fransa, İngiltere, Almanya ve Rusya'dır. Bu devletler dünya medyasının kullandığı bilginin ve bilgi kaynaklarının %90'ına egemen olmuş durumdadır. Sadece rakamsal olarak bile bu devletler dünya çapında 70.000 yayın yapan istasyon ve radyoya sahip iken, İslam âlemindeki istasyon ve radyo sayısının 7.000'i geçmeyecek bir sayıda oluşu ise hayli manidardır.

 

Aynı zamanda bu devletler 50.000 Televizyon ve uydu bağlantılı kanala da sahip iken, üçüncü dünya ülkelerinin 3.000'i aşmayacak şekilde kanal ve bağlantı imkânına sahip oluşları da bir o kadar düşündürücüdür. Aradaki farkın ne denli büyük olduğu apaçık bir gerçektir. Haberciliğin, gazeteciliğin ve haber ajanslarının dünya trafiğindeki akışının %90'ını düzenleyen ise sadece 5 ajanstır. 

 

1) Reuters haber ajansı; İngiltere.

 

2) The Associated Press (AP) - ABD.

 

3) Yourat TV Bras; ABD.

 

4) Fransız haber ajansı.

 

5) Alman haber ajansı.

 

Bu ajanslar dünya haberlerinin %90'ına, sadece Amerika ise %50'sine egemendirler. Bu ajanslardan günlük olarak da dünya haber merkezlerine ve gazetelerine hemen her gün 40 milyon kelime ve kavram dağıtılmaktadır. Bu na karşın üçüncü dünya ülkelerindeki tüm ajans kaynaklarından ise günlük olarak sadece 30.000 kelime dağıtılmaktadır. 

 

Diğer bir ifadeyle Batılı devletlere bağlı ajansların yayınladığı haberlerin %90'ı bütün dünyaya yayılabilirken üçüncü dünya ülkelerindeki yaygınlaşma oranı sadece %1'dir. Kısacası; dünya medyasını teşkil eden habercilik bu beş ajans şirketlerin dışına çıkmamaktadır. Buna ‘Haber Stokçuluğu’ denilmektedir. Dünyadaki olayların ve haberlerin süzgeci işte bu ajanslardır. Bilginin ve dünyada gelişen olaylar ve bunlara ilişkin haberlerin tek kaynağı Batı iken, bu beş haber ajansının hem kendi çıkarlarına hem de tabi oldukları devletlerin çıkarlarına uygun olarak bir olayı ve haberi şekillendireceği ve bu istikamette dünya izleyicilerini (özellikle Müslümanları) etkilemek için yönlendireceği ise kesindir.

 

Bu çerçevede dünya medyasının haber sunuşlarına bakıldığı zaman şu sonuç ortaya çıkıyor:

 

—Medya önce cereyan eden olaya el koyuyor,

 

—‘Haber endüstrisi’ yani haber üretme fabrikasında haber üzere köklü bir operasyon yapılarak ona istenilen şekil veriliyor,

 

—Son aşama olarak haber bülteninde bütün dünyaya duyuruluyor. Yani salt habercilik diye bir şey yoktur. Bu söz sadece insanları kandırmaktan başka bir işe yaramaz. Bu gerçeğin fotoğrafını çizmek için güncel gelişmelerden bir örnek;

 

Geçtiğimiz günlerde Amerikan gazetelerinde; ABD' de askerlik yapacak gençlerin oldukça isteksiz olduklarına ve bu isteksizliğin ABD'de ciddi bir krize yol açtığına dair bir haber yer almıştı. Bu konu ile ilgili bilgilere göre Amerika'nın aylık olarak 7.000 ila 8.000 arasında bir sayıda askerlik yapacak kişiye ihtiyacı olduğu belirtilmişti. Görünen oydu ki Irak'tan ve Afganistan'dan her gün gelen ölüm haberleri Amerikan gençlerinin gözünü korkutmuş ve sonuç olarak ta böyle bir kriz meydana gelmişti.  Buna ilaveten bir kaç gün önce Pentagon’un; yapılan istatistikler neticesinde, Irak işgaline karşı çıkanların %60'lara ulaştığından kaygılandığı teyit edilmişti. Köken olarak aslında ABD’yi rahatsız etmesi gereken eleştirel bir haber niteliğindeki bu haberin ajanslar tarafından ABD'nin çıkarına uygun olarak sunuluşu ise hayli düşündürücüydü. Zira Amerika’da gençlerin askerlik yapmak istemedikleri yeni bir şey değildi ve yeni olan şey bu haberin; askere duyulan ihtiyaç konusunda ABD'nin itibarının zedelenmekten öte, halkın milliyetçi duygularını kabartmak için zamanlanmış olmasıydı. 

 

Şeytan zihniyetli Batı medyasının bu konu ile ilgili izlediği çizgi yıkıcı ve sinsidir. Dünyada cereyan eden bazı olaylar sömürgeci devletlerin işlerine gelmediği için bu olaylar ve haberler objektif ve yorumsuz olarak verilmemektedir. Onların bu işten ne gibi kazancı olabilir? Bir olayın gerçeği izleyiciler tarafından bilindiği takdirde onların duyguları kabarır, onları düşünmeye sevk eder ve gerekenlerinin yapılması için harekete geçerler. İnsanlık tarihi boyunca batılı temsil eden güç her zaman hakkı ve gerçeği gizlemiş, batılı ise haklı dava olarak göstermiş, batılı ve hakkı birbiriyle karıştırmıştır.

 

Gerçek şu ki; gerçeği gizlemek, saptırmak ve ört bas etmek batılın tabiatındandır. Batılı ayakta tutan tek husus işte bu gizleme, saptırma ve ört bas etme alışkanlığındadır. Tüm bu şeytani mesai süresince iki iş birden yapılmaktadır. Hem gerçek gizlenmekte hem de batıl hak ile karıştırılarak hak gibi gösterilebilmektedir.  Bu politika uzun yaşayamaz. Çünkü gücü elde edince hakkı temsil eden taraf, bunun tam tersine, hem batılı deşifre edecek hem de hakkı arı, duru ve net olarak ortaya koyacaktır. Bu manayı zihinlerde net olarak canlandıran bir kaç örnek verelim:

 

Allah-u Teâlâ Kur'an'ı Kerim’de İsrailoğullarına hitaben şöyle buyurmuştur:

 

“Bile bile batılı hakkın üzerine örtüp hakkı gizlemeyin.” (Bakara:42)

 

İkinci bir örnek de; kıskançlık yüzünden Yusuf Aleyhisselam'dan kurtulmak için kuyu tuzağını planlayan kardeşlerin olayın gerçek yüzünü babaları Yakup Aleyhisselam'a anlatışlarında görebiliriz;

 

“Ey babamız! Dediler, biz yarışmak üzere uzaklaştık; Yusuf’u eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın.” (Yusuf:17)

 

Oysa iki ayet önce olayın gerçek yüzünü Allah-u Teâlâ şöyle açıklamıştır:

 

“Onu (Yusuf'u) götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusuf'a; Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin, diye vahyettik.” (Yusuf:15)

 

Benzer biçimde, müşrikler Rasulullah'ı Mekke'de iken küçük düşürmek, karalamak gibi medyatik bir kampanyaya başlarken gerçeği saptırarak yalanlara başvurmuşlardır.

 

Allah-u Teâlâ onlar hakkında da şöyle buyurmuştur;

 

“Mecnun bir şair için biz ilahlarımızı bırakacak mıyız?” derlerdi." (Saffat:36)

 

“İşte böylece, onlardan öncekilere her hangi bir peygamber geldiğinde hemen; O, bir büyücüdür veya delidir, dediler.” (Zariyat:52)

 

Bütün bu sağlam ve güvenilir bilgilerden sonra özgür, gerçekçi, objektif ve tarafsız medyadan bahsetmek insanların avam tabakasını kandırmaktan başka bir şey değildir. Dünya medyası iddia edildiği gibi özgür olsaydı neden önemli bilgiler ve haberler üzere ya oyun çevrilmekte ya da gizlenilmekte veya örtbas edilmektedir?

 

 Medyanın özgürlüğü ve insancıl anlayışı; dünyada Müslümanları ve mustazafları hedefleyen katliamlarda neden tecelli etmiyor? Sıradan bir halk kitlesi topyekûn dünyanın gözü önünde imha edilirken medyanın özgürlük duygusu kabarmazken, Batı'da bir kedi ağacın dalına asılıp takıldığında veya bir köpek yavrusu kuyunun dibine düştüğünde harekete geçen onca medyatik algı nasıl yorumlanabilir? Bu nasıl bir çifte standarttır? Bugün için dünya çapında Batı'nın kitle imha silahı durumundaki medyanın iddia etmiş olduğu gibi; bir  'Fikir Hürriyeti' felsefesi olsaydı bunca gazetecilere ve kameramanlara karşı suikast düzenlenebilir miydi? 

Sözgelimi; 1970 senesinde İngiltere hükümeti haber ajansı BBC'inin IRN (İrlanda Gizli Ordusu) hakkında verdiği haberlerden ve bu konuda izlediği politikadan rahatsızlığını dile getirmiştir. Bunun üzerine İngiliz hükümeti BBC'inin IRN'yı bir terör örgütü olarak tanıtmasını ve hükümetin bu örgüte karşı izlediği politikayı benimsemesini talep edebilmişti.

 

Bu nedenle Dünyada bilgi merkezi ve habercilik en başından ve köken olarak tek taraflıdır. Bu işin vakıası budur. Hakkı ve doğru olanı söylemek nerede tıkanmıştır? Bağdat'ın Ebu Gureyp’in demi yoksa Guantenamo hapishanesinde mi? Hindistan'da Hinduların Müslümanlar üzerine acımasızca kıyımlar düzenlemelerinde mi yoksa Özbekistan'da cani Kerimof'un Müslümanların kanına girmesinde mi?... Dünya medyası daha ne zamana kadar bu siyasi münafıklığa devam edecek? 

 

Bir başka örnek olarak; Afganistan işgali esnasında, Lübnanlı Diyana Makleb isimli El-Hayat gazetesi muhabiri şöyle anlatıyor: ‘Afganistan hakkında haber veren ve esir düşen İtalyan bir bayan gazeteci/muhabir; merkezi Roma'da bulunan gazete tarafından uyarılıyor. Gazetenin Afganistan muhabirinden istediği husus; Afganistan hakkında haber verirken Afgan mültecileri ve onların ızdırapları ile ilgili raporlarını azaltması, haberlerin ve raporların daha çok Taliban hareketine ve El-Kaideye yoğunlaşmasıdır. Gazetenin gerekçesi ise, şu anda İtalya; Amerika’nın müttefiki olduğundan dolayı mültecilerin fotoğraflarının yayınlanması dünya kamuoyunun Amerika'ya karşı harekete geçmesidir.’

 

Aynı Lübnanlı muhabir şöyle diyor: ‘Taliban ve El-Kaidenin esirlerinin öldürülmesine karşı medya ilgisiz kalırken, esir ölülerin cesetleri medya tarafından tahrik edici bir şekilde uzun uzun çekimler yapıldığı halde bu katliamların dünyaya çok azı gösterilmiştir. Washington Post gazetesinin verdiği habere göre CNN başkanı Wolter Cakson; muhabirlerin Afganistan'daki gelişmeleri ve sivil halkın sorunlarından haber verirken, 11 Eylül'de ölenleri zikretmelerini talep etmiştir. Wolter Cakson şöyle diyor: ‘Afgan halkının sorunlarına ve zor durumlarına yoğunlaşmamız ahmaklıktır’. Bunun sebebi bu sorunlardan bahsetmek Amerikan hükümetini sorumlu tutmak ve zayıflatmak anlamına geleceğindendir. Bu imaj Amerikan halkına verildiği takdirde halkın hükümete desteği zayıflayacaktır. Medya ile ilgili yaptığımız bu açıklamalardan sonra konuyu üç noktada özetleyebiliriz:

 

1) Bilginin ve haberin tek taraflı ve tek merkezli olması,

 

2) Medyanın bilgiyi ve haberi şekillendirmesi (haber endüstrisi),

 

3) Gerçek manada özgür ve tarafsız bir medyanın varlığı ile kandırma.

 

Medyanın bilgileri ve haberleri bütün insanlara ulaştırmada yayın açısından kullandığı üç ana teknik vardır. Etkileme gücü açısından bunları şöyle sıralamak mümkündür:

 

1) Görüntülü teknik –televizyon- 

 

2) Sözlü teknik -radyo -

 

3) Yazılı teknik -dergi ve gazete gibi. İnternet ise hepsini kapsar.

 

Günümüzün medyası yıkıcı bir yayın yapmaya devam ettiği sürece haksızlar haklı, haklılar ise haksız durumda kalacak; İslami bir hayat için yaşamak ve çalışmak terör ve yasa dışı gösterilmeye de devam edecektir.

 

Şu anki batıl ve şeytan merkezli medyanın gücünü ve rolünü özetlemek gerekirse şunu söyleyebiliriz: Yanlış ön bilgi; yanlış düşünmeye ve yanlış eğilim yapmaya sevk etmektedir.

 

Dolayısıyla; Hak merkezli olup İslam ve Kur'an sesi olacak insaflı, doğru söz söyleyen, hakikati ortaya koyan ve zulme uğrayanlardan yana tavır takınan medyayı çok özlüyoruz.